Popis: |
Sanat eserleri, ait oldukları kültürlerin imgelerini taşımaları açısından önemlidir. Bu mevzuda bize cömert davrananlardan biri de edebi bir tür olan öyküdür. Öyküler, bir konuyu ele almaları ya da karşı durmaları bakımından kişilerin tutum ve görüşlerine müracaat ederler. Böylece psikoloji, sosyoloji gibi bilim dalları için zengin kaynak oluştururlar. Bu makalede Suriyeli kadın yazar Ğâde es-Semmân’ın “Gözlerin Kaderimdir” hikâyesinde öykünün kahramanı Talat’ın kişiliğinde cinsiyetçi tutumlar sosyoloji biliminin metodolojisinden faydalanılarak tahlil edilmeye çalışılmıştır. Hikâye, geleneksel yaşam biçiminin şekillendirdiği, dört kız çocuğa sahip ailenin, beşinci olarak erkek bir çocuk beklemesini konu edinir. Henüz cinsiyeti belli olmayan çocuk için geleneksel yaşamın erkek egemen doğası gereğince, erkek rol ve statülerine uygun hülyalar kurulur. İlk adım, doğacak çocuğun ismiyle başlar. Çocuk erkek olacağı için ismi de Talat’tır. Anne adayı beklentilerinin boş çıkmaması için Tanrıya yakarır, boynuna muskalar asar. Babanın beklentileri çok daha büyüktür. Talat soyunun devamını sağlayacak, işinin varisi olacaktır. O sokakta iken anne-babası endişelenmeyecek, eve geldiği zaman babasıyla karşılıklı nargile içecek, siyasetten, ekonomiden bahsedeceklerdir. Talat’ın yokluğunda bütün bunlar düşünülmüş, o anların keyif ve mutluluğu ile arzular büyütülmüştür. Bu hayalleri Talat’ın doğmasıyla alt üst olmuş, anne-babanın benliği derinden sarsılmıştır. Bekledikleri erkek çocuk, kız olunca derin bir kederin içerisinde özlemlerine ait Talat ismi, kızlarında emanet kalmıştır. Talat büyüdükçe ailesinin, özellikle babasının cinsiyetçi tutumunun farkına varmış, kadınlık doğasını inkâr ederek o toplumda erkeğe ait rol ve statüleri taklit etmiştir. Bu yüzden çok başarılı bir öğrenci, hırslı, mükemmeliyetçi bir iş insanı olmuştur. Ancak bu durum psikolojik bazı güçlüklere de kapı aralamıştır. O, bu başarılarına rağmen babasının beklentilerine cevap verebilmek adına cinsiyet özelliklerini gizlemeyi zorunlu görmüştür. Bu durumu da ilerleyen zamanlarda kimlik bunalımına yol açmıştır. Geleneksel hayatın keskin hatlarla ayrışmış cinsiyetçi erkek egemen doğası modern yaşam düzeninde sorunlar oluşturmuştur. Modern hayatta kadınların kamusal alanda varlıklarının artması, meslek dallarının çeşitlenmesi, gelenekte güç gerektiren işlerin teknolojik gelişmelere paralel olarak kastan ziyade kontrolle idare edilir hale gelmesi önceki dönemlerin rol ve statü anlayışını tartışılır hale getirmiştir. Benzeri gelişmeler aile yapısını da dönüştürmüş geniş tarımsal-kırsal aile tipi yerini modern çekirdek-kent ailesine bırakmıştır. Önceleri üretim için bir güç olan çocuk, modern yaşamla birlikte uğraşılması gereken mesele olarak algılanmıştır. Bu durum erkek çocuklarının pozisyonlarını daha kritik bir duruma itmiştir. Modern zamanlarla birlikte erkek statüsü değer kaybederken kadın statüsü değer kazanarak dengelenme sürecine girilmiştir. Ancak bu metinlere döküldüğü kadar kolay olmamış, birey, aile ve tüm toplumun etkilendiği büyük çaplı çatışmalara kapı aralamıştır. Ailede özellikle babanın çocuklara karşı geleneksel tutumu cinsiyetçi anlayışı pekiştirmektedir. Yani erkek ve kız çocuklarının sosyalleştirilmesinde kız ve erkek çocuklara göre tutum ve davranışların farklılaşması bu durumu doğurmaktadır. Modern ailenin felsefesinden kaynaklı kız-erkek çocuklarına karşı davranışlarda görülen benzeşlik, çocukların daha az cinsiyetçi tutumların içerisinde olmalarının nedenidir. Sonuç olarak modernizmle görece geç tanışan Suriye toplumunda en kritik sorunlardan biri de kadın konusudur. 1960’larda Suriyeli kadın yazar Ğâde es-Semmân tarafından kaleme alınan bu öyküde cinsiyetçi tutumlar, edebî bir anlatımla eleştirilmektedir. O yıllar, Suriye toplumunda yoğun geleneksel yaşamdan bahsetmek mümkündür. Geleneksel hayatta görülen cinsiyetçi tutumun bir sonucu olarak kadın-erkek rolleri kalın bir çizgiyle birbirinden ayrılırken erkeğin, toplumsal statüsü kadına göre yüksektir. Erkek olmanın zaten başlı başına bir statü olduğu düşünülecek olursa, aileler mutlak manada erkek çocuk sahibi olmayı dilemektedirler. Ailelerin bu tutumu, kız çocukların üzerinde ciddî baskılara sebep olabilmiştir. Bunun sonucunda kız çocuklarında oluşan değersizlik hissi, zaman zaman doğalarını inkâra götürecek, geleneksel toplumun erkek rollerini taklit edecek bir sapmaya yol açabilmektedir. Travmatik bir durumun göstergesi olan bu şartlarla baş edebilmenin imkânı da cinsiyetçi anlayıştan vazgeçilmesi ile mümkün hale gelebilecektir. |