İbn Sînâ ve Molla Sadrâ’da İlâhi Erek Problemi

Autor: Sedat Baran
Jazyk: English<br />Turkish
Rok vydání: 2019
Předmět:
Zdroj: Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, Vol 23, Iss 3, Pp 1101-1120 (2019)
Druh dokumentu: article
ISSN: 2528-9861
2528-987X
Popis: Ereksel illet, etken illetin tamamlayıcısı olup fâilin fâillik sıfatıyla vasıflanma sebebidir. Bu yüzden bütün fâillerin erekleri vardır. Alışkanlıklar, abes ve beyhude işler gibi iradi fiiller bile erekten ari değildir. Erek hem fiile ve hem de fâile nispet edildiğinden gayelilik meselesinde hem fiilin ve hem de fâilin ereği araştırma konusudur. Fâilin ereği hareketin kendisi için meydana geldiği şeydir. Fiilin ereği ise hareket veya fiilin kendisine ulaşmakla son bulduğu şeydir. İslâm dünyasındaki farklı düşünce ekolleri ilâhî erek hakkında farklı düşünceler dillendirmişlerdir. Eş’arîler ereğin eksiklik göstergesi olduğunu söyleyerek Allah’ı erek sahibi olmaktan münezzeh bilmiş Mu’tezilîler ise erekten yoksunluğun abeslik göstergesi olduğunu söyleyerek Allah’ın bütün fiillerinin erek barındırdığını iddia etmişlerdir. İslâm felsefesinde Allah fâilliğinde tam olduğundan zâtına zait bir ereği yoktur. O’nun ereği her türlü eksiklikten beri olan zâtı ve zâtına olan aşkıdır. Bu aşkın kaynağı da O’nun zâtı hakkındaki ilmidir. İslâm felsefesinde ilâhî fiiller olan mümkün varlıkların erek sahibi olmaları hususunda ihtilaf olmamakla beraber maddi varlıkların ereklerine ulaşma niteliği hakkında ihtilaf vardır. İbn Sînâ’ya göre maddi varlıklar faâl aklın yardımı ve ilintisel hareketlerle ereklerine ulaşır. Molla Sadrâ’da ise maddi varlıklar töz içi hareket ile ereklerine ulaşır ve varlık silsilesinde bir üst mertebeye çıkmaya çalışır.Özet: İlahi erek hem felsefenin ve hem de kelamın önemli problemlerinden biridir. Bu problemin biri fâilin diğeri de fiilin ereği olmak üzere iki boyutu vardır. Fâilin ereği hareketin kendisi için meydana geldiği veya fiilin kendisi için yapıldığı şeydir. Fiilin ereği ise hareket veya fiilin kendisine ulaşmakla son bulduğu şeydir. Buna göre bir insanın Kâbe’yi ziyaret etmek için evinden çıkarak Mekke’ye gitmesi durumunda Kâbe’nin ziyareti fâilin ereği Mekke’ye ulaşması da fiilin ereğidir. Peki, Allah’ın bir ereği var mıdır? Ve kendisinden sadır olan fiillerinin ereği nedir? İslâm felsefesinde ilk soru “fâilin ereği/ilâhî erek” ikinci soru da “Fiillin ereği/ilâhî fiillerin ereği” unvanıyla ele alınmaktadır. Bu sorulardan birinci soruya cevap vermek için bütün olası erek çeşitleri incelenmelidir. Her fâil kendisi için fiillerini yaptığı olası ereklerin ilki kendisine yarar sağlamak, İkincisi başkasına yarar sağlamak, üçüncüsü de İyi ve güzel bir fiili iyilik ve güzelliğinden ötürü yapmaktır.Allah’ın bu olası ereklerden ilk erek için fiillerini yapması durumunda yani kendisine yarar sağlamak için bir fiili yapması durumunda söz konusu fiil ile eksikliğini gidereceğinden muhtaç bir varlık olacaktır. İkinci erek çeşidi için yani başkası için fiillerini yapması durumunda kendi zâtı dışındaki bir faktörün etkisiyle fiilini gerçekleştireceğinden söz konusu erek, fâil için illet mesabesinde olacağından Allah’ı edilgen kılacaktır. Üçüncü erek çeşidi için yani iyi olduğu için bir fiili yapması durumunda fiilden kaynaklı kemâl ve yetkinlik kazanılacağından fâili söz konusu fiil ile eksikliğini gideren muhtaç varlık kılacaktır. Yukarıda zikredilen bu olası gayeler eksiklik ifade eden gayelerdir. Allah ise mutlak kemaldir ve eşyanın icadı için bu ereklerden hiçbirine ihtiyacı yoktur. Bu yüzden bu olası ereklerden hiçbir ereğe sahip değildir. Bu ereklere ancak yeterli kemallere sahip olmayan fâillerin sahip olabilecekleri ereklerdir. Tabi Allah’ın yukarıdaki olası ereklere sahip olmaması ereğinin olmadığı anlamında değildir. İbn Sînâ ve Molla Sadrâ’ya göre Allah’ın ereği her türlü eksiklikten beri olan zâtı ve zâtına olan aşkıdır. Buna göre bütün varlıklar ilahi zâtın gereksinimidir ve Allah kendi zâtına âşık olduğu için ondan sadır olmuşlardır. Allah’ın bizzat ereği olduğu gibi bilaraz ereği de vardır. Belirtildiği üzere Allah kendi zâtına âşıktır. Bir zâtı seven o zâtın eser ve fiillerini de sever ilkesine binaen Allah zâtının eser ve fiillerini de sever. Buna göre Allah’ın zâtına olan aşkı kendisi için bizzat erek iken zâtının eser ve fiillerine olan aşkı ise zâtına nispetle bilaraz erektir. İlahi erek açığa kavuştuktan sonra ilahi fiillerin ereği de açığa kavuşmalıdır. Molla Sadrâ ve İbn Sînâ’da ilahi fiiller olan mümkün varlıklar özleri itibarıyla eksik varlıklar olduklarından erekleri kendileriyle uyumlu kemalleri elde etmektir. Molla Sadrâ Allah’ın kendi rahmetinden mümkün varlıklara kemallere doğru hareket etme şevki bahşettiğini ve bu şevk ile kemallere doğru hareket ettiğini söyler. Dolayısıyla mümkün varlıklar fiilleriyle eksikliklerini gidermeye ve kemâle ulaşmaya çalışırlar. En kâmil varlık Allah olduğundan mümkün varlıkların nihai ereği de Allah’tır. Yani kemâl talep eden her varlık aslında onu talep eder. Nihai ereğe ulaşma yolundaki diğer gayeler ise nihai ereğe ulaşma vesileleri olan öncül erekler hükmündedir. Peki, özleri itibarıyla eksik olan varlıklar kendileriyle uyumlu kemalleri nasıl elde edebilirler? İslâm felsefesinde eksik varlıkların eksikliklerini gidermek için erekleri olan kemallere nasıl ulaşacakları hususunda İbn Sînâ ve Molla Sadrâ farklı görüşler dillendirmişlerdir. İbn Sînâ’ya göre maddi varlıklar oluş ve bozuluş ile değişim yaşarlar. Bu değişim de arazlarda gerçekleşir ve cevher değişmeden sabit kalır. Bu yaklaşıma göre arazlarda gerçekleşen değişim ve tekâmül ancak arazî (ilintisel) hareket ile mümkündür. Bu da bir formun başka bir formun yerini alması veya bir formun yok olmasıyla başka bir formun onun yerini doldurmasıyla gerçekleşir. İbn Sînâ’nın bu teorisi kendi içinde bazı problemler barındırır. Çünkü formlar birbirinin gayesi değildir ve erek sahibi olamayacak kadar zayıf olan ilk madde için hiçbir formun diğer bir forma nispetle önceliği yoktur. Aynı şekilde bu yaklaşıma göre eşyanın cevherî ve zâtı sabit olduğundan cevherî tekâmülleri söz konusu değildir. Sadece ilintisel hareket ile arazî ve zahiri değişimler yaşar. Nitekim eşyanın zâti ve cevheri tekâmülü olmadan zahiri ve şekilsel değişimlerinin kemâl ve yetkinlik göstergesi olmadığı açıktır. Molla Sadrâ ise varlığın asaleti, varlığın teşkikî ve cevheri hareket teorileri üzerine bina ettiği tekâmül teorisine göre madde âlemi baştanbaşa kemâle doğru hareket halindedir. Cevher (töz) içinde gerçekleşen bu hareket maddi varlıkların hem cevheri ve hem arazî tekâmüllerinin sebebidir. Her varlık bu hareket ile gayesi olan kemali elde ederek varlık silsilesinde bir üst mertebeye çıkmaya çalışır. Dolayısıyla İbn Sînâ’nın maddi varlıkların kemâle ulaşma şekli hakkındaki teorisi sadece maddi varlıkların zahiri ve şekilsel değişimini açıklarken Molla Sadrâ’nın teorisi ilintisel değişimle birlikte zâti değişimi de açıklamaktadır. Molla Sadrâ, Allah’ın mümkün varlıkların ereği olmasını ontolojik boyutla sınırlamamaktadır. Ona göre epistemolojik olarak da Allah mümkün varlıkların ereğidir. Bunun için “Gizli bir hazine idim bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım” kutsi hadisini delil olarak zikreder ve “Bu (kudsî hadis) onun ontolojik açıdan âlemin fâil ve ereği olduğuna delalet ettiği gibi epistemolojik olarak da âlemin ereği olduğuna delalet etmektedir” der. Dolayısıyla Molla Sadrâ’ya göre mümkün varlıkların iki ereği vardır. Biri Allah’a ulaşmak diğeri de Allah’ı tanımaktır.
Databáze: Directory of Open Access Journals