Osmanlı devletinde millet sistemi ve gayrımüslimlerin hukuki statüleri

Autor: Kenanoğlu, M. Macit
Přispěvatelé: Aydın, M Akif, Kamu Hukuku Anabilim Dalı Hukuk Tarihi Bilim Dalı
Jazyk: turečtina
Rok vydání: 2001
Předmět:
Popis: ÖZETOsmanlı devleti gayrımüslimlerle münasebetlerini şekillendirirken esas olarak İslam hukukunun prensipleri çerçevesinde hareket etmiştir. Hakimiyeti altına aldığı gayrımüslimlerle zimmet anlaşmaları yapıp eman vermek suretiyle hukukî münasebetlerini devam ettirmiştir. Ancak bu temel esas yanında Osmanlı uygulamasını özgün kılan ve daha önceki İslam devletlerinin uygulamalarından ayıran spesifik özellikler de vardır. Bilhassa İstanbul'un fethi ile teşkilat açısından yeni bir yapılanma içerisine giren devlet, gayrımüslimlerle münasebetlerini tanzim ederken bir yandan İslam hukuku prensiplerine sadık kalarak din ve vicdan hürriyeti çerçevesinde gayrımüslimlere geniş bir hareket sahası bırakmakla birlikte öte yandan kontrolü kaybetmeme ve güvenliği sağlama açısından, gayrımüslimleri toplumsal yapı ile uyumlaştırma amacıyla belirli mekanizmaları etkili bir biçimde kullanmıştır. Millet sistemini savunanların ellerinde böyle bir sistemin varlığını gösterecek ciddî ve yeterli delil yoktur. Bu nedenle iddiaları birer rivayet olmaktan öteye gidememektedir. Buna mukabil millet sistemini eleştirenlerin haklı iddialarını desteklemek için kullandıkları argümanlar iddialarını isbata kâfi gelmemektedir. Hatta ileri sürdükleri bir kısım deliller onların iddialarının aksini gösterir. Üstelik millet sistemini eleştirenler sadece eleştirmekle yetinmekte ve herhangi bir alternatif sunmamaktadırlar. Bu meyanda şimdiye kadar literatürde yaygın kabül gören otonom millet sistemi teorisinin yukarıda belirttiğimiz hususlar dikkate alındığında sağlam bir hukukî temeli olan bir görüş olamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. Osmanlı devleti gayrımüslimleri idarî, malî, adlî, cezaî sahalarda hiçbir zaman otonom bir yapı içerisine oturtmamıştır. Aksine söz konusu grupların dengeli ve kontrollü bir biçimde, devletin temel hukukî yapısını bozmayacak ve hukukun mülkîlik vasfını ve kanunların genelliği prensibini ortadan kaldırmayacak şekilde tek bir hakim hukuk sistemi altında yönetilmesi söz konusu olmuştur. Kilise teşkilatının devletin hukukî yapısı ile uyumlaştırılması anlamında oldukça elverişli bir vasıta olan iltizam kurumundan yararlanan devlet, hem kendi otoritesini tesis etme hem de gayrımüslim cemaatler üzerinde kendi ruhanî reislerinin manevi otoritesini devlet düzenini koruma lehinde kullanmayı başarmıştır. Bu nedenle yine literatürde çok yaygın bir görüş olarak tekrarlanan gayrımüslimlerin devlet içinde devlet olma vasfı kazandıkları görüşü de hakikatle mutabık değildir. Devletin din adamı sıfatına ve dinî kurumlara saygı gösterdiği ve bunları korumada hassasiyet gösterdiği kesindir. Ama gayrımüslim cemaatler açısından bu hassasiyet hiçbir zaman devletin otoritesini kaybetme veya otonom cemaat yapılanmasına izin verme şeklinde gerçekleşmemiştir. Genel olarak devletin ayin ve ibadet hürriyetine müdahale etmediği ve İslam hukuku kuralları çerçevesinde buna izin verdiği görülür. Fakat bu uygulama, gayrımüslimlerin kendi hukuklarını icra ettikleri veya ayrı bir hukuk sistemini kendi kurumlarına dayanarak uyguladıkları şeklinde yorumlanmaya elverişli değildir. Devlet ruhanî reisleri bir mültezim olarak kabul etmiş, idarî, malî, cezaî yetkilerini kullandırmada bu kurumdan yararlanmıştır. Yani ruhanî reisler bir anlamda bir esnaf loncasının kethüdası mesabesindedirler. İdarî ve malî yetkileri yanında bilhassa cezaî yetkilerini kullanırken bu vasfın gözönünde bulundurulması meselenin anlaşılmasında önem taşır. Detaylarını ilgili bölümde aktardığımız bu meselenin ana hatlarını tekrar edecek olursak devlet gayrımüslimleri idare etmede bir nevi mültezim tayin etmekle hem kilise teşkilatını devletin idarî yapısı ile bütünleştirmiş hem de yetki denetimini sağlama imkânını elde etmiştir. Böylece reayanın ezilmesi önlenmiş ve ruhanî reislerin yetki aşımı rahatça engellenebilmiştir. Osmanlı görevlileri ile çıkması muhtemel yetki ihtilafları bu şekilde engellenmiş, malî alanda devlet kilise gelirlerini kontrol ve denetim altına almış, hazineye yeni gelir kaynakları sağlamış, gayrımüslimlerin devlete karşı itaatlerini sağlamada ruhani reislerin manevi otoritesinden yararlanmıştır. Bu sistemin dışına çıkma eğilimi gösteren hareketlere ise hiçbir şekilde müsaade etmemiştir. Yani literatürde ifade edilenin aksine devletin bu konuda herhangi bir zaafiyeti, gerekli kontrolü sağlamada devletin aciz kalması diye bir durum söz konusu olmamıştır. Gayrımüslimler için kendi hukuklarını uygulama hakkı verildiği iddiasının muhtevası ise daha çok cemaat mensuplarının kendi aralarında anlaşma ve ruhanî reisin tavsiyelerine uyma yoluyla halledebildikleri ihtilaflarda söz konusu olabilir. Yani burada ruhanî reisler bir nevi hakem konumunda olup, mahkemeye intikal etmeden önce ihtilafın halline yönelik tavsiyelerinin sahip oldukları manevi zorlama vasıtaları (aforoz, nikâh kıymama, cenazeleri kaldırmama gibi) da kullanılarak uygulamaya aktarılması söz konusu olmaktadır. Bu şekilde halledilemeyen ihtilaflar ancak Osmanlı mahkemelerince Şer'î hukuka uygun olarak kesin çözüme bağlanmaktadır. Yanî ruhanî reisler cebrî icra gücüne sahip değillerdir.Ruhanî reislere verilen beratlarda tasrih edilen husus, ruhanî reislerin sadece iki tarafın rızası ile bir meselede hakemlik yapmalarıdır. Dinî vasfından dolayı ahval-i şahsiyeden sayılan evlenme ve boşanma hususunda yetki, ruhanî reislere tanınmış olup ehl-i örfün bu husustaki müdahaleleri yasaklanmıştır. Ancak bunun dışındaki meselelerde örneğin miras, vasiyet, vakıf kurma gibi durumlarda gayrımüslimler arasındaki ihtilaflar tamamen İslam hukuku kuralları çerçevesinde çözüme bağlanmıştır. Cezaî alandaki yetkiler ise daha çok disiplin cezası niteliği taşıyan cezalara inhisar etmekte olup bu da esasen ayine muhalefetle ilgili hususları kapsamaktadır. Bugünkü anlamda maddî cezalandırma yetkisine sahip oldukları söylenemez. Disiplin cezası niteliğini aşan ve maddî anlamda cezalandırma vasfına sahip yetki kullanımı, ancak devletin patriğin talebini kabul etmesi durumunda söz konusu olabilmektedir ki bu da cezalandırma yetkisinin devletin kontrolünde olduğunu ve izne tabi olduğunu göstermektedir. Ruhani reislere tanınan "ayinleri üzere tedip" yetkisi maddî anlamda cezalandırma yetkisini kapsamaz, sadece manevî zorlama vasıtalarını kullanma anlamına gelmektedir.ABSTRACTIn this study the legal structure of the non-muslims between 1453-1856 (Judicial, administrative and penal powers of the non-muslim religious leaders) in the Ottoman Empire, both the organizational structure and individual rights, is examined. Generally Ottoman Empire used Islamic rules. According these rules non-muslims has been accepted as dhimmi. There is a general acceptance about the nature of the Ottoman administration of non muslims in the Ottoman Empire. According this acceptance Ottoman Empire used "millet system". Non-muslim religious leaders had an administrative and judicial autonomy and used their own legal rules on their coreligionist. From legal point of view, this acceptance is not acceptable. Instead of these agremeents, my findings shows the opposite. Official registrations of the Ottoman Empire has no evidence about non-muslim religious leaders' autonomy. According my findings Ottomans used iltizam system to administrate the non-muslim reayas. Religious leaders were accepted as mültezims.Braude and Bardakjian criticize the millet system. They are right, but their evidences are wrong and not sufficient for some points. Braude claims that Ottomans had not used the word millet in the early times especially before Tanzimat. This allegation is not true. There are o lot of registration using of the word millet before Tanzimat. And in these registrations the word millet point out to non-muslim reayas.Bardakjian's allegation about administrative power of the Armenian Patriarchate is not acceptable. According Bardakjian's theory the Armenian Patriarch had no power all the Armenian in the Ottoman Empire. He had a power only in Istanbul and its sorroundings. The evidences which Bardakjian uses, are not correct. Official registrations shows the opposite. Religious leaders has an administrative and monetary authority over thir coreligionists. But this authority is not an autonomy. They collect some taxes from their coreligionist and pay an amount (mir-i rüsum) to the state. Non-muslims uses the Ottoman courts even for their special matters. Because non-muslim communities has no official court. And judicial power of the non-muslim religious leaders is not obligatory. It is optional. When we examined the real legal nature of this power, we see that the religious leaders are only arbitrators not a real judge.
Databáze: OpenAIRE