The Hereafter in the Context of 'Ala' al-Dawla al-Simnani's Understanding of Mystical Training

Autor: Kübra Zümrüt Orhan
Jazyk: turečtina
Rok vydání: 2019
Předmět:
Popis: İslâm’da iman edilmesi emredilen esaslardan biri olan âhiretle ilgili meseleler hem kelamcılar hem de sûfîler tarafından çeşitli yönleriyle ele alınmış ve zaman zaman farklı yorumlara konu olmuştur. Âhiretle ilgili temel meselelerde İslâm âlimleri arasında görüş birliği olmakla birlikte ayrıntıya inildikçe pek çok ihtilafın bulunduğu görülmektedir. Âhiret hayatının çeşitli meselelerini eserlerinde konu edinen sûfîlerden biri de Alâüddevle Simnânî’dir (ö. 736/1336). Simnânî, İlhanlılar döneminde, bugünkü İran topraklarında yaşamış bir Kübrevî şeyhidir. Gençliğinde, on yıl kadar Budist İlhanlı hükümdârı Argun Han’ın (1284-1291) hizmetinde bulunduktan sonra yaşadığı mânevî bir hâl üzerine tasavvufa yönelmiştir. Bir müddet meşrebine uygun bir mürşid aradıktan sonra Bağdat’ta bulunan Kübrevî şeyhi Nûreddîn Abdurrahmân İsferâyînî (ö. 717/1317) ile tanışarak ona mürîd olmuş ve seyrüsülûkünü tamamlamıştır. İrşâd icâzeti almasının ardından şeyhinin isteğiyle memleketine dönerek vefat ettiği 736/1336 tarihine kadar Sûfîâbâd’daki hankāhında mürîd yetiştirmek ve eser te’lîf etmekle meşgul olmuştur. Simnânî gerek yetiştirdiği müridler gerek yazdığı eserlerle hem kendi tarikatına hem de genel tasavvuf tarihine önemli katkılarda bulunmuştur. Âhiretle ilgili olarak Simnânî’nin, özellikle dünyanın hakikati ve âhiret karşısındaki konumu, ölüm, kıyâmet ve çeşitleri, cennet ve cehennemin bugün mevcudiyeti ve bulunduğu yer konusundaki görüşleri dikkat çekmektedir. Bu makalede onun zikredilen meselelere bakışı eserlerinden hareketle konu edilmiş ve konuyla ilgili görüşleri kendi sülûk anlayışı bağlamında değerlendirilmiştir. Özet: Alâüddevle Simnânî (ö. 736/1336), hicrî yedinci yüzyılın ikinci yarısıyla sekizinci yüzyılın ilk yarısı içinde kalan bir zaman diliminde, bugünkü İran topraklarında, İlhanlılar’ın hüküm sürdüğü bir dönemde yaşamıştır. Ailesinin İlhanlı sarayıyla olan irtibatı, babasının ve amcasının idârî vazifeleri, kendisinin de istek ve gayretleri neticesinde on beş yaşlarındayken Argun Han’ın (1284-1291) hizmetine girmiş ve kısa sürede onun yakınlığını kazanmıştır. On sene kadar ona hizmet etmesinin ardından yaşadığı mânevî bir hâl üzerine gönlü, içinde bulunduğu hayattan soğumuş, tasavvufî bir hayata meyletmiştir. O sıralarda yakalandığı ve doktorların tedavi edemediği hastalığı bahane ederek, iyileştikten sonra geri dönmek şartıyla, Argun Han’ın yanından ayrılarak memleketi Simnân’a doğru yola çıkmıştır. Saraydan ayrıldıktan kısa bir süre sonra iyileşmiş fakat geri dönmemiştir. Ramazan ayının başında, Simnân’a ulaşmış, resmî kıyafetlerini çıkararak Ebû Tâlib Mekkî’nin Kūtu’l-kulûb adlı eserini esas alarak nefis terbiyesine başlamıştır. Bir müddet kendi kendine nefis terbiyesiyle ve şer‘î ilimleri tahsille meşgul olduktan sonra, Kübrevî şeyhi Nûreddin Abdurrahmân İsferâyînî’nin (ö. 717/1317) müridlerinden biriyle tanışmıştır. Daha sonra İsferâyînî’yi merak etmiş, onu ziyaret maksadıyla Bağdat’a doğru yola çıkmıştır. Ancak durumdan haberdar olan Argun Han, Simnânî’nin Bağdat’a gitmesine engel olmuş, onu yolda yakalatarak bir müddet yanında alıkoymuştur. Simnânî, bir süre sonra Argun Han’ın yanından kaçarak Simnân’a dönmüş ve İsferâyînî’ye durumu anlatan bir mektup yazmıştır. Bunun üzerine İsferâyînî, Simnânî’ye gönderdiği cevâbî mektubunda Bağdat’a gelmesine gerek olmadığını, kendisinin mânen onun yanında olacağını söyleyerek seyrüsülûke başlamasını emretmiştir. Simnânî, şeyhiyle yüz yüze buluşma imkânı bulamadığı bu dönemde hem mektup hem de mânevî âlemde işaret yoluyla onunla olan bağını canlı tutmuştur. Daha sonraları Simnânî, iki kere şeyhini ziyaret etmeye muvaffak olmuş ve ondan irşâd icâzeti almıştır. Simnânî, irşâd icâzeti almasının ardından şeyhinin emriyle memleketi Simnân’a dönerek burada mürîd yetiştirmek ve eser te’lif etmekle meşgul olmuştur. Çok sayıda mürîd yetiştiren ve günümüze ulaşan eserlerinin sayısı doksan civarında olan Simnânî, hem Kübreviyye tarikatı içerisinde hem de genel tasavvuf tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir. Kübreviyye içerisindeki önemi öncelikle tarikatın günümüze ulaşan kollarının kendisine dayanıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda Simnânî, kendi tarikatı içerisinde kilit bir isimdir. Bunun yanı sıra bazı görüşlerinin Kübreviyye’nin Hemedâniyye kolunun kurucusu Seyyid Ali Hemedânî (ö. 786/1385) ve Nûrbahşiyye kolunun kurucusu Muhammed Nûrbahş (ö. 869/1464) gibi tarikatın önde gelen isimleri üzerindeki tesiri de onun tarikatı içindeki etkisini göstermesi bakımından önemlidir. Genel tasavvuf tarihi açısından bakıldığında, Simnânî’yle ilgili ilk dikkati çeken ve en çok üzerinde durulan husus, varlık konusunda İbnü’l-Arabî’ye (ö. 638/1240) yönelttiği eleştirileridir. Bunun yanı sıra onun tasavvufa en büyük katkısı, başta Nakşbendiyye tarikatının kurucusu Bahâeddîn Nakşbend’in (ö. 791/1389) önde gelen müridlerinden Muhammed Pârsâ (ö. 822/1240) olmak üzere pek çok sûfî üzerinde etkili olan letâif anlayışıdır. Ayrıca ricâlü’l-gayb hakkındaki düşünceleri ve onlar hakkında kendi mânevî tecrübelerine dayanarak verdiği bilgiler de kendisinden sonra gelen sûfîleri etkilemiştir. Mânevî tecrübelerini ayrıntılı olarak yazması, tecellî esnâsında yaşanan hâllere dâir açıklamaları, nûrun hakikati ve nûrların tafsiline dair görüşleri ile Kübreviyye tarikatında önemli bir yeri olan havâtır konusundaki görüşleri de onun tasavvuf tarihine yaptığı katkılar arasında zikredilebilir. Tasavvufun pek çok konusuna eserlerinde yer veren Simnânî, âhiretle ilgili meseleleri de kendi sülûk anlayışı çerçevesinde ele almıştır. Dünya ve âhiret birbirinden ayrı düşünülemeyeceği için onun âhiret anlayışı ele alınırken aynı zamanda bu dünyaya bakışı da konu edilmiştir. Simnânî, dünyanın birbirinden farklı üç vechesi olduğu kabulünden hareket ederek insanın dünyayla olan ilişkisinin de bu üç vecheye göre farklılık kazanması gerektiğini söylemektedir. Bunlardan ilki dünyanın âhiretin tarlası oluşu, ikincisi dünyanın terk edilmesi gereken bir yer oluşu, üçüncüsü de aslında bir hakikatinin bulunmayışıdır. Ona göre âhiret sürekli ve dâimî bir ândan ibâret iken dünya hayatı geçmiş ve gelecekle kayıtlıdır. Aslında geçmiş ve gelecek olmadığına göre dünya hayatının da hakiki bir varlığı bulunmamaktadır. Simnânî ölüm ve kıyâmet konusunu kendi tasavvufî eğitim anlayışı bağlamında birbiriyle iç içe ele almaktadır. Ölümü, biri zorunlu (ızdırârî) diğeri irâdî (ihtiyârî) olmak üzere ikiye ayıran tasavvuf erbâbının bu kabulüne uygun bir şekilde inceleyen Simnânî, kıyâmeti de küçük, orta ve büyük olmak üzere üçe ayırmaktadır. Buna göre irâdî ölümle nefsinin hevâ ve hevesini, kötü sıfatlarını zayıflatan sâlik, küçük kıyâmetin ahvâlini müşâhede eder. Böylece Kur’ân-ı Kerîm’de zorunlu ölümün ardından yaşanacağı bildirilen her şeyi irâdî ölümle müşâhede eden sâlik, bir daha geri dönüşü olmayan zorunlu ölümü tatmadan evvel gerekli tedbirleri almak için fırsat kazanmış olur. Kıyâmet konusunda Simnânî’nin üzerinde durduğu bir diğer mesele, kıyâmetin çeşitleridir. Kıyâmetin farklı isimlerinden hareketle her biri insanda bulunan latîfelerden biriyle irtibatlı olan farklı kıyâmetler olduğunu söyleyen Simnânî, bunlardan her birinden kurtuluşun da farklı bir amelle mümkün olduğu kanaatindedir. Âhiretle ilgili olarak Simnânî’nin üzerinde durduğu hususlardan biri de cennet ve cehennemin bugünkü mevcudiyeti meselesidir. Konuyla ilgili tartışmaya kendi keşfine dayanarak katılan Simnânî, cennet ve cehennemin bugün mevcut olduğu kanaatindedir. Simnânî, bu konudaki keşfini, onu destekleyen âyet, hadis ve haberlerle birlikte aktarmaktadır. Bunun yanı sıra, biri âfâkta diğeri enfüste olmak üzere iki cennet ve iki cehennemin varlığını kabûl eden Simnânî’ye göre enfüsündeki cennete girip orada cemâlullâhı müşâhede edemeyen kimsenin âfâktaki cennete girmesi çok bir anlam ifâde etmemektedir. Kişinin enfüsündeki cennete girmesi ise kendi zâhirinden bâtınına yapacağı yolculukla mümkündür. Bu yolculuk da ancak irâdî ölümle gerçekleşmektedir.
Databáze: OpenAIRE