Popis: |
Tarık Buğra’nın (1918-1994) gündelik hayatın kesitlerinden oluşan hikâyelerinde sıradan insan yaşamlarının çeşitli yönlerine tanık olunur. Bu tür metinlerden biri de insan varoluşunda anlam ve amacın kaybıyla şekillenen bir yaşam hikâyesini ele alan “Var Olmak Veya Olmamak”tır (1953). Hikâyede otuz dört yaşında çirkin, evde kalmış bir kız olarak tarif edilen ve erken Cumhuriyet dönemine (1923-1950) tanıklık ettiği anlaşılan bir öğretmenin intiharla sonuçlanan trajedisine yer verilir. Müntehir öğretmenin yeğeni tarafından anlatılan hikâye, onun bir gemideki son anlarına ve geçmişteki kırılma noktalarına odaklanır. Bu anlatım üzerinden, gün geçtikçe artan yalnızlığın kendisinde çirkinlik düşüncesini tetiklediği ve bunun sonucunda ortaya çıkan aşağılık kompleksinin yaşama sevincine ve uyum becerisine telafisi olmayacak şekilde zarar verdiği anlaşılır. Mevcut çalışma, söz konusu trajedinin temelindeki çatışmayı, öğretmenin son anlarına ve evde kalmanın erken Cumhuriyet dönemindeki anlamına odaklanarak irdelemeyi amaçlar. Bekârlık, çirkinlik ve ölümün yan yana geldiği anlatıda kendi olmanın gücünden mahrum kalan hikâye kişisinin var olamamasına yol açan psiko-sosyal bağlamı inceler. Buna bağlı olarak geleneksel yaşam biçimi ile Cumhuriyet dönemi modernleşmesinin örtüşen normlarının kadın öğretmen üzerinde ağır kamusal beklentilere ve travmatik etkilere yol açtığı sonucuna varılır. Öğretmenin kamusal alanda güçlü bir kadın karakter olarak ataerkil baskılara maruz kalışı, toplumun bağımsız kadın figürlerine aşina olmamasıyla ilgili olabilir. Kadının evlenmemesi durumunda kusurlu olduğu düşüncesine kapılması da toplumun (ön) yargılarını kolektif öznelliğin bir üyesi olarak içselleştirmenin sonucu olarak değerlendirebilir. Yeni kamusal alanların inşasında rol alan Cumhuriyet kızlarının içsel güç kaybı, yerleşik toplumsal algıları dönüştürmenin ve bununla edilecek mücadelenin zorluğuna işaret eder. |