Yaratıcı yıkmanın dönüşüm ekseninde değerlendirilmesi
Autor: | Sezen, Beril |
---|---|
Přispěvatelé: | Şentürer, Ayşe, Mimarlık Ana Bilim Dalı, Mimari Tasarım, Architectural Design |
Jazyk: | turečtina |
Rok vydání: | 2012 |
Předmět: | |
Popis: | Tez (Yüksek Lisans) -- İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2012 Thesis (M.Sc.) -- İstanbul Technical University, Institute of Science and Technology, 2012 Bu çalışma, ilk olarak, yapma ve kurma boyutlarıyla mimarlığın insanın yaşamsal etkinliği olarak duyumsanışı üzerine bir sorgulamadan yola çıkmaktadır. Mimarlığa ilişkin genel kanılardan biri onun, insanın doğa karşısındaki temel savunma mekanizmalarından biri olduğudur. Fakat mimarlık her koşulda bu savunma perspektifinden değerlendirilebilir midir? Bu savunmaya bir savunmasızlık hali içkin değil midir? Bunun için ilk etapta yapıların kurulup yapıldıkları kadar, bozulup yıkıldıklarının da mümkün olduğu akla getirilebilir. Savaşlar, afetler, kazalar bir gün her şeyi yerle bir edebilir. Ama bu yıkımlarda mimarlık edilgendir; yapılar ya yıkılır ya da buna karşı dayanır. Halbuki kendi başına yıkan bir mimarlık da söz konusudur. Ve bu araştırmanın odağındaki konu da böylesi bir mimarlıktır. Bu bağlamda ele alınan mesele bir dönüştürme yolu olarak ‘‘yaratıcı yıkma’’ olgusudur. Yaratıcı yıkma, kendisine yıkmayı eklemlemiş bir yapma biçimidir. Bununla birlikte, yaşamda yeni formların eski strüktürlerin ortadan kaldırılmak suretiyle üretildiği bir dönüştürme etkinliğini tanımlamaktadır. Tez kapsamında yaratıcı yıkma mimarlığın kendi içinde ürettiği şiddetin modlarından biri olması açısından tartışmaya açılmaktadır. Öte yandan bu mevzu, 21. yüzyıl Türkiye’sinin öncelikli gündemlerinden birini oluşturduğu için de önem taşımaktadır. Bugün, Türkiye’nin ilgi ve enerjisini akıttığı temel meselelerden birisi olarak kentsel dönüşümün söz konusu olduğu her alanda yıkarak yapan bir mekanizmanın yaygınlığı dikkat çekmektedir. Türkiye’de kentsel dönüşümle, iyileştirme, yenileme gibi amaçlarla konut yapılaşmalarının, kentsel alanların tekrardan düzenlenmesini öngörülmektedir. Fakat bu uygulamanın daha çok, yeni inşa edileceklerin karşısında mevcut çevrenin ve ilişkilerin dönüştürülmesinden ziyade bütünüyle gözden çıkarılması şeklinde seyrettiği söylenebilir. Bu doğrultuda yaratıcı yıkmaya ilişkin gerçekleştirilen bu tartışmanın bir diğer hedefi Türkiye’nin gelecek ve kent vizyonu için de katkıda bulunabilmektir. Her ne kadar Türkiye’de dönüşüm kavramı son zamanlarda kentleşme bağlamında konu ediliyor olsa da bir dönüşüm modeli olarak yaratıcı yıkma kendi tarihi içerisinde sadece yapılı çevrenin değil, tüm bir yaşantı ve deneyim tarzlarının ve düşünsel paradigmaların dönüştürülmesi pratiği olarak karşımıza çıkmaktadır. O nedenle, çalışmada yaratıcı yıkmanın bir tür problematik olarak ortaya konduğu ana eksen ‘‘dönüşüm’’ kavramıdır. Yaratıcı yıkmayı fark yaratacak bir dönüşüm yönünden tartışırken bağlamı ise modernlik olarak ele alınmaktadır. Çünkü modernleşme, dünyayı değiştirme ve farklı kılmaya gereksinmeye başlayan insanın bu arzuyu somut olarak gerçekleştirme sürecinin bütünüdür. Fakat modernlik pürüzsüz ve sorunsuz yaşanan bir gelişme değildir. Daha çok gelgitli ve kendi içinde ikilemlidir. Modernlik, yaratıcı gücü hayata geçirmede dünyayı ve varlıkları ‘‘farklılaştırma’’ ile ‘‘düzenleme’’ arasında ikiye bölünmüş gibidir. Bu tezde yaratıcı yıkma, bu olanakları düzenleme yönünde örgütleyen pratiklerle ilişkisi içerisinde okunmaktadır. Bu bağlamda yıkma, bir dünya resminden istenmeyen unsurları ayıklanmanın aracı olarak açımlanırken yapma ise bu dünyayı belli bir kesimin görmek istediği şekilde biçimlendirme işlemi olarak tartışılmaktadır. Öte yandan tez kapsamında dönüşüm kavramı, Deleuze’ün Bergson’un zaman kavramı üzerinden geliştirdiği perspektiften sunulmaktadır. Bu perspektif dönüşümü hemen her türlü etkinliğin öz-karakteristiği olarak ortaya koyar. Yaratmak yok etmeye değil, çoğaltmaya, fakat fark oluşturacak bir çoğaltmaya dayandığı sürece gerçek anlamda dönüştürme anlamına gelebilir. Bu çerçevede Bergson zamanı fark yaratacak unsur olarak açımlar. O nedenle, tez boyunca yaratıcı yıkmanın hikayesi zamanla olan ilişkisi yönünden irdelenmektedir. Bu tezde zamanın farklılaştırıcı gücünü etkisiz hale getirerek dünyayı sabit formlar içerisinde düzenlemeye çalışan modern mekanizmaların yapma ve yıkmayı nasıl olumsuzluk temelinde bir araya getirdikleri araştırılmaktadır. Bunun için yaratıcı yıkmanın modernlikle başlayan serüveni tarihsel örnekleri ve ülkedeki güncel kentsel yenileme uygulamaları üzerinden incelenerek, zaman kavramı ve yenilik olgusu açısından tartışılmaktadır. Bu tartışmanın amacı gerek mimarlık pratiğinde, gerek kentsel düzenlemede, gerekse de yaşama ilişkin gelecek kurgularında, yeniyi üretebilmek adına bir şeyleri yaşam alanından dışlamanın ne gibi bağlantıları ve de sonuçları olabileceğini gösterebilmektir. Bu doğrultuda yaratıcı yıkma, yapma ve yıkmanın birbirleriyle kurdukları diyalektik bir ilişki bağlamında ortaya konmaktadır. Diyalektik, varlıkların ya da durumların karşıtlıklar halinde düzenlenmesine ve taraflardan birinin zorunlu bir olumsuzluk olarak kurgulanışına dayanır. O nedenle dönüşüm, mevcut bir yapının dönüştürülmesinden ziyade ortadan kaldırılması ve yerine bir başkasının inşa edilmesi şeklinde gerçekleştirilir. Varlık ya da yapı bir olumsuzluk olarak tahayyül edilmekte ve bu olumsuzluğu giderme maksadıyla yıkılmaktadır. Dolayısıyla yaratıcı yıkmanın dönüşüm iddiası varlıkları yeniden değerlendirme amacına değil, değersizleştirici bir tutuma dayanmaktadır. Yaratıcı yıkmayı yaratıcı bir dönüştürme etkinliğinden ayıran karakteristiği bu değersizleştirmedir. Bu çalışmada amaçlanan yaratıcı yıkma üzerinden yapma-yıkma diyalektiğinin dayandığı olumsuzluk kurgularının nasıl ve ne şekilde mimarlığın yapma ve yaratıcı yönünü kısıtladığını ortaya sermektir. Nitekim bir yapının dönüşmesi onu sürekli olarak hayata katma yönündeki bir çabaya sıkı sıkı bağlıdır. Bu durumda varlığın ne olduğu değil, ne şekilde farklılaştırılabileceğidir mesele. Halbuki yıkmak, sadece varlıkları değil, onunla birlikte varlıktaki potansiyeli gerçekleştirecek olan insanın kendisini de dönüştürecek olan bu çabadan alıkoyması ve yaşamsal malzemeden çalması anlamına gelmektedir. Bu durumda yıkmak suretiyle yapmaya ilişkin bir hesap verebilmek, mimarlık yapmanın sorumluluğuna ilişkin olduğu kadar insanın yaşam karşısındaki sorumluluğu adına da önem taşımaktadır. This study starts with a query on architecture as a basic activity of human living with its constructive dimensions. Architecture has usually been associated with construction. It has been related to building up a shelter, safety and protection from the outside world. However, is it possible to consider architecture as a self defence mechanism of human living against nature, in all circumstances? Is a state of vulnerability not inherent in this defence? Therein lies the fact that destruction and damage has haunted architecture to this day. As it is known, natural disasters, war or even accidents have been the serious threats for architecture during history. They have devastated lifes and cities and all the built up environment. Nevertheless architecture has nothing to do with being the source of that kind of destruction. Here, architecture is rather the target that would either be destroyed or resist the effects of catastrophes. Yet, there is another architecture which destructs on its own. And it is this architecture that this study takes into consideration as a research topic. Since modern times there arises a type of construction which has been accompanied particularly by destruction and is called in literature ‘‘creative destruction’’. Creative destruction basically refers to the transformative act of modernity and architecture through generating new forms of life by destructing the old structures. Here in this study ‘‘creative destruction’’ is questioned in terms of being one of the modes of violence that architecture creates by itself. On the other hand, it is crucial to pay attention to the phenomenon of creative destruction in the sense that it is one of the significant issues of Turkey that comes to the forefront in the country’s recent agenda. Nowadays, every area that urban transformation is in progress is evidently dominated by a mechanism which constructs the city by destructing. In Turkey, urban transformation is associated with renovating and rehabilitating housing areas and public spaces. However, it is more likely to abolish the existing environment and buildings rather than transforming them into something new. In this case, the aim is to contribute to the vision of realising the future projects of Turkey by discussing creative destruction in terms of transformation. In the study creative destruction is discussed in the context of the relationship between construction and destruction through its historical samples and references rather than an urban transformation model. Although, the notion of transformation, in Turkey, is lately in question from the point of urbanization, creative destruction has become, during its own history, a transforming practice of not only built environment but the whole life, ways of experiencing and conceptual paradigms. That is the reason why creative destruction has been problematized in the context of ‘‘transformation’’ in general. Then as a part of this research it is obligatory to explain what attributions ‘‘transformation’’ implies. The discussion is built on modernity for it brought forth the phenomenon creative destruction. It could be said that modernity is the whole process of actualizing the desire of changing the world and taking responsibility for life that the humanity has started to be in need of. Corresponding to transforming everything from the deepest origins, modernity signifies a milestone in history. And once the transformative movement has started, from there on it is not possible to stop reconfigurations of time in modernity. However, modernity is not a smooth and problem-free process in every respect. Rather, it has its ups and downs and has been constituted as a dilemma by various factors. In the study modernity is presented as divided into two parts in actualizing its creative power in letting entities and the world to differentiate or regulating the world in the basis of stability. In this context creative destruction is investigated in relation to the regulative forces of modernity’s dilemma. From this point of view the destructive dimension of creative destruction is associated with the regulating instrument of modernity which is burdened with removing away the unpredicted and undesirable pieces from a world panorama whereas construction performs the role of structuring that world according to preferences and ideals of a minority. On the other hand, in this thesis the notion of transformation is discussed through Deleuze’s aspect that he developed through Bergson’s notion of time. Deleuze’s perspective presents transformation as the essence of any activity. As far as creation is based on exclusions of things from life it cannot be considered as transformative. Instead of this, a transformation must diversify life and all the creatures along with it. In this context Bergson propounds time as the condition of variation and change. Moreover, Bergson’s assertion relies on not only the power of time but the very change that is due to transforming old forms into new configurations. Therefore, during this research, creative destruction is examined under the guidance of ‘‘time’’ by using the notion as a litmus paper that reveals the differences of creative destruction over transformation in the sense of Deleuze. This thesis researches how modern mechanisms, which defuse the differentiating powers of the time and organize the world in fixed forms, combine the construction and destruction processes under a negative basis. In this context the adventure of creative destruction that starts with modernity is examined through historical examples and contemporary urban transformation applications in Turkey and discussed over concept of time and plot of novelty. The aim of this discussion is to reveal the relationships and consequences of the exclusion of things from life in order to generate the novelty, either in architectural practice, urban renewal or future fictions over life. Consequently, it is discussed that modernity grounded creative destruction on a dialectical relationship between construction and destruction. And the notion of dialectic is introduced on the basis of negating the state of life and entities through creating dualities. In such a relationship creative destruction reveals the destructive and malicious lie behind the creative and friendly face of architecture. This dialectic renders constructive and destructive forces in creative destruction in two separated phases during a progress. While, in the first instance, it comes to mean ‘‘to destruct to construct’’ whereas constructing seems to be the aim of the process, and in turn comprises the mode of ‘‘to construct to destruct’’ in which destructing emerges as the primary purpose over construction. It could be said that, as the creative destruction distinct from a creative transformation, it relies on associating construction with destruction on the basis of absolute necessity and an ends-means relationship. This causes transformation to be performed as removing away the existing entities in order to create the new ones which can be formulated as ‘‘–(y) + (x)’’. In this case, destruction lays as the mere condition of construction in transformation. That comes to mean that the existing conditions, living entities, buildings and whatsoever in earth are fictionalised as a negation which is supposed to be eliminated by destroying it. By this way entities are subject to be devaluated rather than revaluated. In this respect, modernity which is based on regulation lacked imagining different features of life together, so they failed in comprehending the world in continuity. They depicted contrasts rather than perceive differences. Whereas one side of this contrast is supposed to be constructed, the other one is supposed to be removed away and forgotten. With reference to this, the aim of this study is to question the negation that the dialectic of constructing-destructing is depandant on, whether it is a necessary condition for transformation or not, and examine how this dialectic constrains the potential of the constructive role of architecture in terms of creativity. As a matter of fact, it can be said that as long as a building is being operated by users, it participates in life and since then it is transforming. In this manner the issue is not what a building is, but how it could sustain becoming something else out of itself for having a chance to stand on life. At the last instance destruction turns to not only destructing the entities themselves, also ending the opportunity of actualizing their potential of variation and proliferation. Since, along with built environment, transformation comes to mean self-transformation of humankind, destruction, on the other hand, turns into a sort of self-destruction. In that case, humans who are in charge of actualizing the potential of an entity, would be detaining themselves from that opportunity and wasting their vital material. Then, it is important to account for creative destruction and affirm the existence of entities such as buildings with regard to taking responsibility for performing architecture as well as living in an artifical environment for it becomes an ethical issue. Yüksek Lisans M.Sc. |
Databáze: | OpenAIRE |
Externí odkaz: |