İstanbul'un dışlanma mekânları: Cinsiyet odaklı altkültür incelemesi ve altkültürün kent parçaları ile ilişkisi

Autor: Balkan, Ceren
Přispěvatelé: Akpınar Aksugür, İpek, Mimarlık Ana Bilim Dalı, Aksugür, İpek Akpınar, Mimarlık, Architecture
Jazyk: turečtina
Rok vydání: 2016
Předmět:
Popis: Tez (Yüksek Lisans) -- İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016
Thesis (M.Sc.) -- İstanbul Technical University, Institute of Science and Technology, 2016
Trans cinsiyetli bireyler söz konusu olduğunda, hayat döngüsünün istisnasız her alanında açığa çıkan bir mekanizma işlemektedir: dışlama; neredeyse her topluluk içerisinde barındırdığı trans bireyler üzerinden cinsiyet odaklı ayrımcılığını yürütmektedir. Dil, din, ırk vb. üzerine söylemlerle hali hazırda zaten kent içerisinde sınıflara ayrılmış topluluklara ek olarak, trans cinsiyetli bireyler üzerinden, söylemler üstü olarak, aynı zamanda mesken edindikleri kent parçaları içerisinde de olarak sürekli bir biçimde dışlamanın etkisini deneyimlemektedirler. Gündelik yaşam içerisinde çokça yolumuzun kesişmediği, kentin görünmezleri de sayılan trans bireyler, diğer cinsiyetler gibi, doğal bir biçimde kent içerisinde mesken edinme arayışı içerisindedir. Fakat maruz kaldıkları dışlama olgusu bu alanda da kendini göstermektedir. Kendi tarihleri kapsamında trans bireyler incelendiğinde cinsiyet ve mimarlık ilişkisini irdeleyen çoğu kaynak (yazılı ve görsel kaynaklar 1960 ve sonrasını işaret eder), 1960 ve devamındaki her onar yıllık zaman diliminde, bireylerin yerinden edilme ile karşılaştıklarını işaret etmektedir. Bu aşamada hemen hemen bulundukları hiçbir yerde istenmeyen bireyler, kent içerisinde sürekli bir mesken değişimi halindedir. Bu noktada dışlamanın bağlı olduğu unsurlar kritiktir. Heteronormatif kabuller, toplum genelinde hâkim olan ataerkil düzen sistemleri, trans bireyleri kent içerisinde silikleştirmektedir. Zaten tüm cinsiyetlerin perspektifinden bakıldığında, her kent parçalasının eşit olarak belirli bir cinsiyet tarafından faal olarak kullanıldığı bilgisine erişilememektedir. Bazı cinsiyetler, bazı kent parçalarını yoğun olarak mesken tercih ederken, yine bazı kent parçalarında bulunmayı tercih etmemektedirler. Türkiye örneği trans bireyler açısından analiz edildiğinde, kimliğe diğer şehirlere oranla daha “ılımlı” yaklaşabilecek kentlerde dahi, örneğin Ankara, İstanbul, İzmir vb. gibi, sadece belirli bölgelerde hayatlarını idame ettirebildikleri bilgisi geçerlidir. Sözü edilen kentler içerisindeki belirli bölgelerde, tam olarak özgürlüğü deneyimleyemeseler dahi kendi zaman dilimlerinde bir noktaya kadar mesken olma özelliğini taşıyan kent parçaları da bulunmaktadır. Bu çalışma da, İstanbul kapsamında, trans cinsiyet odaklı altkültür incelemesi ve bu alt kültürün kent parçaları ile olan ilişkisini araştırmayı hedeflemektedir. Trans bireyler söz konusu olduğunda toplumun hemen hemen her alanında işleyen dışlama mekanizmasının, kent parçaları üzerindeki tezahürünü üç kent parçası üzerinden göstermeye çalışmaktadır. Sözü edilen meskenler ise, Beyoğlu-Cihangir odağında Ülker Sokak, Tarlabaşı odağında Küçük Bayram Sokak, son olarak Avcılar odağında Meis Sitesi’dir. Bu üç meskenin seçilme sebebi ise, trans bireylerle alakalı literatür araştırma sürecinde hem yazılı hem görsel kaynaklarda, hem de gazete haberleri taramasında trans bireylerle ilintili haberlere bakıldığında, dışlama olgusunun en çok gözlenebildiği alanlar olmalarıdır. Bu sebeple kapsam, bu üç bölge üzerinden oluşturulmuştur. Bu çalışma, trans kimliklerin, altkültürel birikimlerini oluştururken, toplumsal cinsiyet kimliklerini ve bedenlerini inşa etme süreçlerinde, mesken edindikleri kentsel mekânlarla nasıl ilişki kurduklarını, bölgeleri hangi şekilde etkilediklerini, kent parçalarını hangi noktalarda “yer” olarak tanımladıklarını anlamayı amaçlar. Çalışma amacı, trans bireylerin kent parçalarını deneyimlerken (ki bu deneyim tarih sahnesinde genelde toplu yaşam olarak gerçekleşir) mekânları hangi noktalarda yeniden ürettikleri ve hangi noktalarda dönüştürdüklerine ilişkin merakın giderilmesini de içerir. Çalışma, aynı zamanda trans bireylere yüklenen kimlik algılarının ve bunların kent içerisindeki meskenlerine yansıyan fiziksel ve sosyal tezahürlerini de kişisel görüşmeler üzerinden kesitlerle aktarabilmeyi amaçlar. Günlük yaşam pratikleri içerisinde, trans bireylerve onlara ek olarak kent parçaları içerisinde yollarının kesiştiği diğer bireylerle de iletişim kurmayı; söyleşiler üzerinden kentsel mekân çıkarımları yapmayı kendine amaç edinir. Günümüzde hala trans kimliğe karşı yönetilen mekânsal dışlamaların, bireylerinin tekil ya da toplu varlığını sürdürmeye çalıştığı çeşitli kent parçalarında yoğunlaştığı gözlenmektedir. Cinsiyet ile ilgili güncel araştırmalar, toplumun genelinden, hatta kendi tarihleri boyunca, kimi zaman LGBTİ hareketinden bile ayrı görüldükleri için, trans bireylerin, bir tür sınıflandırma ve alt grup yaratan etnik köken, inanç, dil gibi özelliklere ek olarak, cinsel kimlikleri sebebiyle dışlamanın türlü biçimlerine maruz kaldıklarına işaret etmektedir. Farklı mekanizmalarla toplumda yalnızlaştırılan grup, kentin tüm dışlananlarından, “cinsiyet” vurgusu yönü ile ayrışabilmektedir. Kimliğini trans olarak tanımlayan bireyler, toplum tarafından, sözleşilmişçesine gerçekleşen dışlamanın vurgusunun oldukça büyük ve etkili olduğunu aktarmaktadır. Trans bireylere yönelik, sözü edilen genelgeçer dışlama, kimliğe dair negatif algıları her daim beslemekte, dışlamayı olağanlaştırmakta; kimliğin toplum içerisindeki varlığını da giderek silikleştirebilmektedir. Bu bağlamdan hareketle tez, trans bireylere karşı yöneltilen bu dışlama mekanizmalarının oluşumundan duyulan kaygıyla hareket etmektedir. Bu kapsamda, üç mesken alanı üzerine odaklanarak, dışlama olgusunun kentsel mekân analizini ortaya koymak, tez çalışmasının odağını oluşturmaktadır.
Exclusion is the main working mechanism when transgender individuals are the main subject. Society with no exception applies gender oriented discrimination towards these individuals who exists within every community. Besides existing divided society with religion, race, language; transgender individuals are discriminated within the areas they dwell as well. Transgender individuals; city’s invisibles due to the fact that rarely crossing paths with them during the daily life; are seeking to obtain residence in a natural manner within the city. However, exclusion they are exposed, manifests itself in this area too. It can be seen that transgender individuals are continuously displaced since 1960 in each of ten years time periods. These ‘undesirable by society’ individuals are constantly changing residence at this stage. This point, elements connected to exclusion are critical. Heteronormative assumptions, dominate patriarchal system of society, made transgender people fade in the community. As a matter of fact when it considered by perspectives of all genders, there are no parts of the city that are used actively by a specific gender. While some genders choosing to reside more in specific part of the city, others choose not to. When Turkey analyzed in the context of transgender people, even in the cities which could be more moderate to the identity of them, such as Izmir, Ankara, Istanbul etc., it’s seen that they are residing in the specific areas of that cities. Even though they can’t experience freedom in that specific areas of the mentioned cities, it can be seen residential characteristic till some point. This thesis aim to examine transgender focused subculture and its relationship with city parts in the context of Istanbul. The manifestation of the mechanism that discriminates transgender people in parts of the city is shown by three city parts; Ülker street with the focus of Beyoğlu-Cihangir, Küçük Bayram street with the focus of Tarlabaşı, Meis buildings with the focus of Avcılar. Reasons of choosing these three residential areas; at the process of literature and newspaper research both written and visual sources, indicates these areas are the areas which exclusion cases observed more. This work, asks and defines these questions, while trans identities, creating a subcultural accumulations, in the process of constructing gender identity and their bodies; how they relate to urban areas that they dwell, how they affect that areas, at what point they define urban parts as ‘place’. Study objectives are answering following questions for soothing the interest for these questions; when trans people experiencing the city parts, at what point they reproduce them, and at what point they transform them (usually this experience, takes place in collective life in the stage of history). Moreover this work aims to transfer the readers, identity perception given to trans people and reflection of physical and social manifestation on the residences in the city, with the personal interviews. It targets to make urban space inferences with the interviews while communicating with trans people and the people that they cross paths with. It is observed that spatial exclusion on trans identity, intensify at the numerous city parts which trans people live individually or collectively. Current researches related to gender shows that, because of their sexual identity, they are exposed to various kind of exclusion with the reason of them being set apart from public, even from LGBTI movement sometimes. They are dissociated from other discriminated groups by the ‘gender’ emphasis, with the result of being most desolated of all. People that identify themself as transgender explains that, weight of the exclusion by society is extreme. These mainstream exclusions are feeding negative perceptions and normalize it while making these identities fade. This thesis formed by the concern on the exclusion of the transgender people. In this context, focusing on three residential areas, revealing the urban space analysis of the exclusion cases, are the focus of this work. Architecture is completely human oriented field. Therefore every single component of the human is directly or indirectly, but surely affecting the architecture. There are too many features of human beings; we can observe the structure of human psychologically, sociologically and maybe philosophically, etc. But in nowadays, the most used way to describe a person is sex or sexual tendency. This study is about how spatial organization and environment can be shaped in the context of body and gender; and the effects of body and gender on spatial environment are discussed. The study will try to research how we as individuals with an existing body and with our sexual identity tend to differently touch architectural areas. From this perspective, study tries to develop a new approach among in gender studies in architectural design. The main purpose of the study is to improve an understanding ability about spatial organization from the perspective of gender or sexual identity. In contemporary world, sexual tendency perception has been change. Individuals don’t want any certain boundaries in their sexual tendency anymore. Furthermore there are blurred lines among the sexes. On top of it, classifying people as “man” and “woman” is not enough for modern times; there are more than among them, such as LBGTI. Therefore, generally “man” and “woman” oriented architectural gender studies can’t be able to reflect the fully human-oriented architecture discipline properly. The main aim in architecture is not sex discrimination. On the other hand, by looking with a different angle we try to develop a new approach in gender and architecture relationship. That’s why; the focus of the study is turned into the other gender especially the transgender which is much more recognizable than other genders. Addition to that, this shifted focus which is concentrated in “other sexuality”, requires a certain place to observation and investigation. The research methodology is primarily qualitative. This research will be conducted in three sections; the first part is the conceptual framework of gender and spatial environment relationship, second part is the “Transgender” and spatial relationship and dwelling areas of the group, and finally, the third part is the spatial environment analyses of Tarlabaşı, Beyoğlu-Cihangir and Avcılar areas from the perspective of transgender. Primarily, at the beginning, conceptual background of the gender studies or literature search can be enlightening. Observation of the gender and space relationship can obtain certain knowledge about methodology about spatial assay. Secondly, make a detailed research about the “Transgender”, reasons of otherization of the commune, reasons of their commune life style, reasons of their choose on spaces can be the second part of the study. Lastly, too seek for the analyses of the spatial choose and why the area has been dwelling for transgender individuals for many years, can be beneficial for observation of the dynamics of the publicity and togetherness. In this point, to really grasp the issue, seeking for the characteristics or common components behind these collective life style and effects of to the “built environment” are may be enlightening. On the other hand for understanding the general perception and evolution of the sexuality is the related with communicate and understand with group. As a conclusion, it is aimed that to bring a new point of view to gender studies by including all genders. The observation of the built environment from the gender point of view is the main intention of the study. To summarize, the analysis of the built and social environment from the gender perspective and surely different publicity of these places -inhabited by a certain gender group-, deciphering these different publicities’ components which is created by different sexes/genders and different components and elements of the publicity can be the final production of the work.
Yüksek Lisans
M.Sc.
Databáze: OpenAIRE